Erdoğan’ın adaylığı

Başbakan Erdoğan, dün görkemli bir organizasyonla, beklenen cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladı.
Başbakan Erdoğan, dün görkemli bir organizasyonla, beklenen cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladı. Konuşmanın içeriğine, geleceğe dair verilen mesajların analizine geçmeden önce Erdoğan’ın adaylığının sembolik anlamına yönelik bir nokta üzerinde durmakta fayda var.
Türkiye’de demokratik siyasete anlam veren esas dinamik, vesayet sisteminin milletten aldığı yetkiyi tekrar millete geri vermek, toplumsal eğilimlerin siyasal sisteme yansımasını sağlamaktır. Bu misyon üzere hareket eden ve gösterdiği performans dolayısıyla devletin-seçkinlerin gadrine uğrayan liderler toplumsal hafızada kalıcı bir yere sahip olmuşlardır. Menderes ve Özal’ın toplumsal hafızadaki kalıcılıkları bununla ilişkilidir. Erdoğan, bu siyasi misyonun en başarılı temsilcilerinden biri olarak Menderes, Özal ve Erbakan’dan aldığı bayrağı hayal edilemeyecek yerlere taşıdı.
Erdoğan, siyasi serüveninin hemen hemen her kritik virajında önüne ciddi engeller çıkarılan, çıkan engelleri millete yönelerek, milleti yolculuğuna katarak aşan, engelleri aştıkça da başarı algısını ve milletle ilişkisini güçlendiren bir lider. Bu siyaset, Erdoğan’ın kendi kişisel serüveni ile devletin ve ideolojisinin gadrine uğramış muhafazakâr toplumsal kesimlerin siyasal serüveni arasında bir özdeşliğin kurulmasını sağladı. Erdoğan, muhafazakâr-dindar kesimin, siyasal sistemin demokratikleşmesini arzu eden mağdurların, yüzyıllık içe-kapanmacı parantezin kapanmasını arzu eden kesimlerin sözcüsü, temsilcisi, sembolü olarak algılandığı için aynı anda sevgi ve nefret objesi haline gelebiliyor.
Siyasetteki bu belirleyiciliği dolayısıyla, Erdoğan Türkiye’de cumhurbaşkanlığının en doğal, en beklenen adayı olduğu gibi cumhurbaşkanı olmasından hem en fazla coşku duyulan hem de en fazla ürkülen kişi olma özelliğine de sahip.
Erdoğan’ın siyasetteki yerine yönelik bu hatırlatmadan sonra, konuşmanın içeriğine, ön plana çıkan başlıklara geçebiliriz.
Konuşmanın üç sacayağa dayandığı söylenebilir.
Erdoğan’ın konuşmasında en fazla ağırlık verdiği başlık, hangi ilkeler doğrultusunda siyaset yaptığına yönelik söyledikleriydi. Temsil siyasetinin iyi bir tarifi olabilecek şu cümlelerin altı çizilebilir:
“Biz siyaseti tüm kenar mahalledeki yoksullar için yaptık. Dicle’nin kenarındaki kaybolan koyunlar için yaptık. Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkenceye, Mamak’taki zulme son vermek için siyaseti yaptık. Anadilini konuşması yasak olan anneler için siyaset yaptık. Yoksul olduğu için insan yerine koyulmayan adam gibi adamlar için siyaset yaptık. Ortadoğu için, Filistin için, Somali için, Irak için siyaset yaptık. (…) Biz başı dik bir Türkiye hayal ettik. 200 yıldır özgüveni hırpalanan, yağmalanan Türkiye’den kendi bölgesinde ve dünyada ben de varım diyen bir ülkeye dönüştürdük.”
Konuşmada ağırlık verilen ikinci başlık, cumhurbaşkanlığına nasıl bir anlam yüklediğine ve nasıl bir cumhurbaşkanı olmayı tasarladığına ilişkin söyledikleriydi. Erdoğan, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin cumhurbaşkanlığı makamı üzerindeki dönüştürücü etkisine değindikten sonra nasıl bir profil ortaya koymayı düşündüğüne yönelik işaretler verdi:
“10 Ağustosta cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle vesayetler dönemi de kapanmış olacak. (…) Bizim için, cumhurbaşkanlığı makamına çıktığımız zaman orası bir dinlenme makamı asla olamaz, olmayacaktır. Çözüm sürecini bedeli ne olursa olsun sürdüreceğimizi defaatle ifade ettik. Cumhurbaşkanlığımızda da çözüm sürecinin sekteye uğramasına asla müsaade etmeyiz, edemeyiz. Aynı şekilde paralel devlet yapılanmasıyla mücadele, cumhurbaşkanlığı dönemimizde çok daha güçlü, çok daha koordineli süreceğini özellikle ifade etmek isterim.”
Üçüncü başlık, ‘AK Parti’ye ne olacak?’ sorusuna verilen bir cevap niteliğindeydi. Dava, 3 dönem kuralı, veda değil başlangıç vurguları bu başlığın ön plana çıkan unsurları oldu:

“Bizim büyük davamız fani isimler, fani şahsiyetler üzerine değil, baki, hakikatler üzerine inşa edilmiştir, bugüne böyle gelmiştir ve böyle de gidecektir. AK Parti şahıslarla var olmuş, şahıslarla bugüne gelmiş bir parti değildir. AK Parti bir dava partisidir. (…) Bu bir veda değil, bir kapanış, bir bitiş değildir. Taze bir başlangıçtır. Bir hatime değil, bir Fatiha’dır, bir açılıştır.”